Yaşam

‘Pardon, elinizi çocuk kitaplarından çeker misiniz lütfen?!’

10-15 yıl kadar önce, çocuklarla buluşmak için gittiğim bir okulda bir velinin hışmına uğramıştım. 7-8 veli, “zümre başkanı”nın seçtiği kitabımı sakıncalı bularak çocuklarına okutmamışlardı. Olabilir, buraya kadar bir sıkıntı yok. Ama içlerinden biri etkinliği izlemeye gelmiş, çıkışta da neredeyse üzerime yürümüştü. Mesele “kaka”ydı. Evet, doğru okudunuz. Kitapta “kaka” bahsinin geçmesi. Bu veliye, kitapta muhabbetin neye dayanarak açıldığını birkaç kez anlatıp öfkesini dindiremeyince: “Kakasını yapmayan insan var mı yahu?” diyerek baygınlık geçirmiştim. Kaka yapmak serbest, kaka hakkında konuşmak yasaktı. “Pardon, pardon, affedersiniz. Nerden bilebilirim, sonuçta ben sadece bir yazarım!”

Bulabildiğim en nazik tabirle, bu “şuursuzluk” beni hâlâ şaşırtıyor hatta yaş aldıkça öfke de ekleniyor duyguma. Her şeyi yapmanın serbest ama hakkında konuşmanın yasak olduğu bir çağ. Vay ki vay! Buna bir de herkesin her şeyi bilmesini ve devlet eliyle yapılan yasakları da eklersek, ortaya resmen insanı çıldırtan bir sirk çıkıyor. Çocuk edebiyatı da, yayıncısı, yazarı, çevirmeni, çizeri ve her yaştan okuruyla, işte bu sirk atmosferinde hayatta kalmaya çalışıyor. Yazık!

Okuduğu eserin niteliğini anlayacak donanıma sahip olmayan, iki çocukla çalıştığı ya da bir tane doğurup 3-5 kitap okuduğu için kendini uzman sanan yetişkinler ve bazı internet fenomenleri sayesinde, bu gidişle devletin kitap toplatmasına ya da poşete koymasına da gerek kalmayabilir (Bu son cümleyi kurmakta – sert bulduğum için- tereddüt ettim başta ama ilk gençliğinden bu yana, ayda en az 8-10 çocuk kitabı okuyan 50 yaşında bir yazar olarak hakkım da sanki bir yandan).

Birçok yayıncının çok sevdikleri hatta hayran oldukları kitapların, gelecek tepkileri düşünerek, telifini almadıklarını duyuyoruz. Şahane bazı kitapların Türkiye’de okuyucuya asla ulaşamayacağını bilmek çok üzücü. Ama ne yaparsınız, çocuk dediğimiz şey, nasıl ifade etmeli, çanta gibi bir şey. Evet, çocuk dediğimiz şey bir eşya, mal! İzin verilmedikçe kendi kararlarını veremeyen, seçim yapamayan! Oysa çocuk dediğimiz şey, gündelik hayatta karşılaştığı/yaşadığı sorunların çözümünü, duygu dünyasının karşılığını kitaplarda arayan, bıraksalar bulacak bir birey aynı zamanda. Bıraksalar asla tecrübe edemeyeceği maceraları tecrübe edecek, belki hiç tanışamayacağı insanlarla tanışacak, bir kitabın iki kapağı arasında saatlerce eğlenecek, belki yaşadığı bir tacizi ifşa edecek o sayede, belki zorbalanmaya dur diyecek!

Bu muhabbeti rahatlıkla uzatıp içimi(zi) daha da karartabilirim ama neyse ki neşe insanıyım ve umut etmeden duramıyorum. Bu defa neşemi Can Çocuk Yayınları’nın bastığı ‘Bu Kitabı Yasaklayın!’ adlı romana borçluyum. Amerikalı yazar Alan Gratz’ın yazdığı (ve Tuğça Özdeniz’in çevirdiği) roman, kalabalık, gürültülü ve isteklerine pek de kulak vermeyen ailesi karşısında çözümü sürekli okumakta bulan bir kızın hikayesiyle başlıyor: Amy Anne’in.

Bu Kitabı Yasaklayın, Alan Gratz, Çevirmen: Tuğçe Özdeniz, 248 syf., Can Çocuk Yayınları, 2024.

Okul çıkışı başka başka kulüplere katıldığı yalanını söyleyerek okul kütüphanesinde okuyarak vakit geçiren Amy Anne’in dünyası, kütüphaneden defalarca aldığı ‘Tatlı Bir İhtiyarın Karmakarışık Dosyaları’ romanı yasaklanınca altüst oluyor. Çünkü “bazı veliler bir araya gelerek bu kitabın ilköğretim okulu öğrencilerine uygun olmadığını düşündüklerini” söylüyor ve okulun yönetim kurulu da, kütüphaneciyi çiğneyerek, normalde işlemesi gereken prosedürleri işletmeden kitabı kütüphaneden kaldırıyor. Bu işin başını çeken de, okulun önemli destekçilerinden, okul aile birliğinin, okul oyun alanının yeniden düzenlenme komitesinin, şu vakfın, bu müzenin yönetim kurulu üyesi bir veli, Sarah Spencer!

Sarah Spencer aralanan bu kapıdan girmeye hatta kapıyı ardında kadar açmaya çekinmiyor ve yasaklar birbirini kovalıyor. Her gün kütüphaneden başka bir kitap kaldırılıyor, her gün Amy Anne için başka bir moral bozukluğu oluyor. Bu duruma canı sıkılan, yasaklanan kitapları okumayı isteyen tek öğrencinin kendisi olmadığını fark edince “Yasaklı Kitaplar Dolap Kütüphanesi”ni kuruyor Amy Anne. Okul dolabını boşaltıp yasaklı kitapların durduğu bir gizli kütüphaneye çeviriyor. Elinde yasaklı kitaplardan olanlar Y.K.D.K’ya bağışlıyor, bir kısmını satın alıyorlar ancak yasaklı kitap sayısı büyük bir hızla artınca ve harçlıklar yetmeyince, çözümü o kitapları okul kütüphanesinde kaldırıldıkları kuytudan çalmakta buluyorlar.

Kitapların okul içinde ödünç alınması Amy Anne’i kütüphanecilik işinin inceliklerini öğrenmeye, kitapların içine teslim tarihlerini ve kimin ödünç aldığını belirten kartlar koymaya hatta son aşamada, çocukların yasak kitaplar okuduğu anlaşılmasın diye, onlarca kitap adı uydurup sahte kapaklar yaparak bu kitaplara giydirmeye yönlendiriyor. Y.K.D.K’nın gerekli kararları alan, işleme koyan kendi yönetim kurulu da var. Amy Anne’in yakın dostu Rebecca’dan başlayarak değişik sınıflardan, yaşlardan bir dolu öğrenci.

Elbette Y.K.D.K. ortaya çıkıyor ve fatura kütüphaneci Bayan Jones’a kesiliyor, kadın işinden oluyor. Ailesine en küçük isteğini söyleyemeyen, asla baş kaldıramayan Amy Anne finalde, hem yasaklama olayını hem de Bayan Jones’un uğradığı haksızlığı çözüyor. 7541 tane kitabı yasaklatmaya kalkarak başladığı mücadelesinde, sansürcüleri kendi silahlarıyla alt ediyor! Sansürcülerin de bir vakitler çocuk olduğunu, bugün yasakladıkları kitapları okuyarak büyüdüklerini, üstelik düzgün insanlar olarak büyüdüklerini yüzlerine vurarak!

Yazar Alan Gratz, kimi gerçekten yasaklanmış kimi yasaklanmasa da velilerin tepkisini toplayan kitapları adıyla sanıyla kullanarak hepsinin hakkını teslim etmekle kalmıyor; sansürün bir işe yaramayacağını, yasak duvarında her zaman gediklerin açılacağını ve büyüyeceğini de gösteriyor. Bunu gösterirken Amy Anne’in büyüme, kendi hakları ve istekleri için sesini çıkarma gücünü kazanma, arkadaşlarıyla ilgili önyargılarını yıkma sürecini de şahane bir şekilde işliyor. Amy Anne ve okul arkadaşlarının Y.K.D.K’nın kuruluşu ve varlığını sürdürmesi için verdikleri emekte, bir mücadeleyi kazanmak için güç ve becerilerimizi birleştirmemiz gerektiğinin de altını çiziyor. Keyfi politika ve yasakların uzun ömürlü olamayacağının da.

Bize de, bir avuç veledin okul koridorunda, kantininde gizlilik içinde koşturarak başardıklarını okuyarak birkaç saat mutlu olmak düşüyor. Peki bize düşen sadece sonu güzel biten bir mücadeleyi okumanın mutluluğu mu olmalı? Bunu nedense kabul edemiyorum. Bazı yetişkinlerin burun kıvırdığı Saftirik serisinden Açlık Oyunları’na, Wattpad’de yayınlanan metinlere ya da güncelde gençler arasında çok popüler olan bazı yerli çoksatan isimlere kadar her şeyi okumamız, neden ilgi çektiğini anlamamız, çocuklar ve gençlerle ortak bir dil kurmamız gerektiğini, ancak onları dinlersek kendimizi dinletebileceğimizi düşünüyorum. Dinletmekten kastım değişik okuma önerilerimizi dikkate aldırmak.

Elbette eğitim sistemi değişmeden, bu sistemde fazla okuyamadan ya da nasıl okuyacağını öğrenemeden yetişen meslek insanlarının üç kuruş maaşla ve uzun çalışma saatleri içinde sıkı okur olmalarını da bekleyemeyiz. Eğitimin ısrarla özelleştirildiği bir sistemde, ebeveynlerin okula ve öğretmenlere “hizmet veren” mantığıyla yaklaşıp her işe karışmasını engelleyemeyiz. Çocuğun okuma hakkı olduğunu ve bu hakkı elinden almamamız gerektiğini anlatamayız. Devletin sağlamadığı imkanlarla okutulmaya çalışılan çocukların ve ailelerin kitaba bütçe ayırmasını bekleyemeyiz. Ama her koldan küçük küçük mücadele edebiliriz, umut edebiliriz. Yoksa kitaplar değil, biz suçlu oluruz!

(Bu arada dipnot niyetine: Türkiye’de yasaklanan kitapların sürekli güncellenen(!) listesine şu linkten ulaşabilirsiniz: https://susma24.com/turkiyede-yasaklanan-kitaplari-listesi/)

kibriscikhaber.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu